Plastik Mermiler
"Hiç güleceğim yoktu," oldu ilk dediği, Ali'yle oturduğumuz banka yerleşirken, "sizde kalmış mı acaba?"
Bizimkilerle meydanda buluşacaktık. Eski usul meydanlardan bizimki: bir camii, bir çeşme, bir çınar ağacı. Bu meczubu da meydanın öğelerinden biri sayabiliriz, kendimi bildim bileli hep buralarda. Adı Selim. Bizce Aklı Selim. Çok okumuş, çok yazmış, yani kısaca çok olmuş bir abimiz. Sonra da hali bu, anlarsınız ya. Biz bir şey demeden o kendi kendine devam etti, "Kıyıya vurmuş bir balina kadar bedbahtız ama yüzmeyi de bildiğimiz yok ha."
Haklıydı, genelde haklı olur. Takım elbisesi yine jilet, ailesi iyi bakıyor. Akşam bulamazlarsa panik oluyorlar ama genelde dolaşıp eve geri dönüyor. Bu düzgün görüntüsünün en sevdiğim yanı, onu bilmeyenlerin adres sormasıdır, takdir edersiniz ki bir meczuptan iyi adres tarif eden bulunmaz.
Kafasını arkamızdaki yaşlı ağaca kaldırmıştı, "Çiçeğin dalını kırmak da günah, çok fazla sulamak da." dedi. Ali'yle ben ağzımızı büktük, söylediği her cümle insanı durup birkaç dakika düşünmeye mecbur ediyor. İstemeye istemeye kendi içimize dalıp çıkınca Ali anlayabilmenin verdiği sevinçle "Sevgi de öldürür bazen!" dedi coşkulu, sevgi de öldürür bazen. Sevgiler de acıtabilir. Hedef ben miyim, der gibi surat astım. Nişanlım Sevgi yeni atmış nişanı, yanımda söylenenlere bak. Hedefi tutturdu bu arada, çok güzel nişan alır.
Benim aklım başka yerlere kaymışken yanı başımda Ali'yle Aklı Selim bir sohbet tutturmuşlar gidiyorlardı. Ali yapar böyle munzurluklar.
"Abi, sence bu yapraklar neden intihar ediyorlar?"
Ötekinin cevabı da dünden hazırdı: "Neden olacak? Mesela diyelim ben bir dikensem, herkesin böyle çiçek mi olması gerekirdi? Bir ah işitmemek için dokunulmayan kaktüsler de var."
Selim Abi içimdeki kaktüsleri tutup silkelediğinden habersiz tabii, bir bıraksam neler dökülecek. Ali eğlenen bir bakışla süzdü beni ve hızlı hızlı tıklayan ayağımı. Bacak kadarken tanıştık, ikimiz de hala aynı hergeleleriz. Ben suskun kaktüs, Ali şımarık çiçek.
"Peki, aşk acısı için bir tavsiyen var mıdır?" diye sorarken sesi gülmekten kırıldı kırılacaktı, ters ters bakmaya bile lüzum görmedim. Aklı Selim her zamanki gibi konuşkan;
"Göz görmeyince gönül nelere katlanır diye düşünmüşler, en fazla sekiz kere olabilir demişler, niye kimse körlere sormamış?"
Aslında epey mantıklı konuştuğu bir gerçek. Meczup değil mi yoksa? Bugünlerde insanı kimin cezbettiğine bakmadan yapıştırıyorlar yaftayı. Tahtası eksiklere yoksul demiyorlar. Ölenlerin ruhuna da Fatiha yerine alkış yolluyorlar zaten artık, hem dürüst olalım, kim ışıklar içinde uyumayı sever ki? Hah, ben de başladım mı meczuba uymaya?
Ali sonunda sıkılmıştı galiba, "Nerede kaldı bunlar dersin?" diye söylenirken, biraz ileride bir serçe çeşmenin oluklarından su içiyordu, üçümüz de saniyeler boyu onu izledik. Minicik gagasına kaç damla girdiyse artık.
"Var ya..." Aniden yükseldi Aklı Selim abimizin sesi, hararet yapmıştı. "Bir yerde küçük bir çocuk üç gün yol alıp ulaşıyor kuyuya, kuyudaki su çocuktan bile pis, suyu alıp köyüne dönecek tam tamına üç günde ve biz buna bir gecemizi bile ayırıp ağlamadık."
Serçeyle aynı anda yutkunmuşuzdur muhtemelen, ne yapıyorsun abi? Serçe bile su içmeyi bırakıp uçtu. Hiçbir şey diyemedik.
"Bu tür mermiler kimseyi acıtmıyor," dedi gülerek, "plastik mi acaba?" Kalktı, cebinden leblebi yiyerek gitti yanımızdan, ne zaman leblebi yese üstündeki lekelerde dünyayı gezebiliyormuş.
Yorumlar
Yorum Gönder