Kalp Perdesi

Mevlânâ Hazretleri, "insanla hayvan arasındaki fark" diyerek edebi işaret ediyor. Peki nedir bu edep? 

  Edep kelimesinin etimolojisi hakkında farklı görüşler var. Arap dilcileri "edb" yani davet etmek manasındaki kelimeden geldiğini kaydederken, sünnetle eşdeğer "de'b" kelimesinden olduğunu ileri sürenler de var. "Gerçekten bu Kur'an Allah'ın sofrasıdır." hadisinden yola çıkılırsa davet anlamı daha da güçlenir. Bir başka hadiste de Kur'an'dan "Allah'ın edebi" olarak söz edilmesi ilginçtir. Demek ki Kur'an, ince davranışları sergileyen bir ilâhî edep kaynağıdır. Bildiğimiz üzere Hücurat sûresi tamamıyla buna ayrılmıştır, ilk edepsizliği yapan şeytanın nasıl da 900 yıllık ibadetini mahvettiğini Kuran'da görürüz. 

  İslamî kaynaklarda edep, "nefsin eğitimi, huy güzelliği" şeklinde tarif edilir. Kendimizi iyi, güzel olana meyletmek; saygı, vakar gibi erdemlerle donatmak durumundayızdır. Kalbimizi eğitmek... 

   Cenâb-ı Hak bir hadîs-i kudside, "Yer gök beni sığdıramadı, ancak mümin kulumun kalbi beni sığdırabildi." buyurmuştur. Biz kalbimizi bu yüzden O'nun evi kabul eder, öyle dikkat etmeye çalışırız ona. İşte edep, kalbin bu dikkatidir. Nitekim bizler edepli olmak üzere bu dünyaya geliriz. "Nasıl yani?" demeyin, Allah bizi sevgiyle ve sevgisi için yarattığından bu muhabbeti taşıyabilecek olan tek şey edepli bir kalptir. Peygamber efendimiz zât âlemini tanımlarken, "Allah vardı ve onunla birlikte bir şey yoktu" deyince, Hazreti Ali "Şimdi de öyledir!" diye cevap verir. Edep, tam da böyle bir muhabbeti arzular. 

  Edebin, manen "düzen"e karşılık gelmesi de doğaldır. Kainattaki akışı düşünecek olursak güneş bir an bile geç gelmez vaktinden; gezegenlerin dönüşü, tabiat, hayvanlar bir an olsun şaşmaz düzeninden. Aklı olmayan bu varlıkların olağanüstü tertibi elbette edepten ileri gelir. Teknik değil de muhabbetten. Göğün bu kadar temiz olması, meleklerin bu kadar masum olması Sevgili'ye duydukları edeptendir. Bizse bir kere olsun şaşırmayız buna, tam aksine, seven kimseden beklenecek şey edeptir, buna şaşılmaz. Nasıl ki Peygamberimiz, onca düşmanlığa rağmen inanmayanların gözünde daima "Emin" olmaya devam etmiştir. Müslümanın edebine hayret edilmez. 

  Edep kalbin iffetidir, terbiyesidir dedik. Kalbimizin bu rikkatinin dışımıza sirayet etmesine ise ahlâk denir. Aslına bakarsanız evrensel ahlâk değerleri dahi bu çeşit bir saygının tecellisi gibidir. Yüzyıllardır yazılmış edep kitaplarında bu terim; iyi bir eğitimle kazanılmış karakter disiplini, takdire şayan hareketler, insanların toplumda birbirine takınmaları gereken tutumlar hakkında kullanılmıştır. Bunların toplamı âdâb-ı muâşeret kurallarıdır. 

   Gerek ilmî ve fikrî bakımdan gerekse sistematik yönden bu alanın en değerli örneği Gazzâlî’nin İhyâʾü ʿulûmi’d-dîn’idir. İbadetler, dua ve Kur’an okuma gibi dinî faaliyetlerin yanında, yeme-içme, aile, iş hayatı, muaşeret ve arkadaşlık gibi sosyal ilişkiler; sema ve vecd gibi tasavvufî hal ve hareketler “Âdâb” ana başlığı altında incelenmiştir. Edep terimi böylece farklı alanları sistematize eden bir bünyeye sahip olmuştur. 

   Bizim medeniyetimizde şüphesiz bütün bu konularda en ideal örnek peygamber efendimiz Hazreti Muhammed (sav) kabul edildiği için, İslâm ahlâk ve edep literatürüne giren eserlerin çoğunda “Âdâbü’n-nebî” gibi başlıklar altında Hazreti Peygamber’in ahlâkî kişiliği nezaketin temeli olarak sunulmuştur. O, kendisini soranlara, "Beni Rabbim edeplendirdi." demiş, "Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim." buyurmuştur. Kur'an ve sünnet, her zamanki gibi yine ışığımız olacaktır. 

   Önce iman sonra edep. Bunu Kitabımız bize ayet ayet, kıssalarla öğretmiştir. Bilhassa da Hazreti Yusuf'un varlığıyla. En sevdiğim süper kahramanlardandır, inanmayı, umudu ve edebi o göstermiştir. Ahlâk ne denli kıymetlidir ki bu kahramandan söz edilirken hepimiz haya ederiz. Garip değil mi? Sanki onu görünce ellerini kesen kadınlarmışız gibi, sanki ilk önce hayvan kanına bulanıp babasına götürülen, sonra da arkasından yırtılan gömleği görmüşüz gibi, utanırız. Edep belki de bu samimi utancımızda gizlidir. 

   Tasavvufî literatürde ise "edep" her şeyden önce, her şeyin özü görülmüştür; tekke ve asitanelerin girişinde "Edeb Ya Hû" yazar. Dervişliğin şartı sağlam bir iradedir. Kişinin kendini ve haddini bilmesi gerekir, bunu da içte ve dışta edeple sağlar. Hâl ve hareketteki incelik, sözdeki zarafet, ahenk ve kibarlık edeptendir. Edebin görünen tarafı budur, görünmeyen yanı da kalbi olumsuz olan her şeyden temizlemektir. İnsan kâbesini kirli tutar mı hiç? Tevhit imanı, iman şeriatı, şeriat da edebi gerektirir.

   Tasavvufî edepte bütün organların uyacağı edep bellidir, her makama, her eşyaya özel usuller vardır: Kapı kapanmaz örtülür, ayakkabıların burunları kıbleye doğru konulur, uyandırılmak istenen kişi telaşlandırılmaz, yemek eşyaları bir yere konulurken yumuşakça hareket edilir, gibi... Gülmek değil tebessüm etmek gerekir, hoyrat davranışlardan kaçınılır, sesle çevreyi rahatsız etmek yanlış görülür. Mevlânâ'nın sözlerine "Dinle!" ile başlaması ve Mevlevî dervişlerine "Suskunlar" anlamına gelen "Hâmuşan" denmesinin sebebi de budur. 

   Edebin amacı hiçbir şeyi incitmemektir. Tasavvuf, eşyanın ruhu olduğunu kabul eder zira gördüğümüz her şey bir yansımadan ibarettir; böylece "şey"lerin hepsi, canlı ya da cansız olsun, edebi, saygıyı hak eder. 

  Edep kavramı bu şekilde gelenek, dinî ve sosyal kurallar, davranış şekilleri anlamında kullanılmaktayken; zamanla kültürü ve medeniyeti ifade etmek için de kullanılır olmuştur. Batı dillerindeki "literatür" kelimesinin bize "edebiyat" şeklinde geçmesi bu yönden ilgi çekicidir. Arapçada bugün edebiyat için edep kelimesi kullanılır. Edebiyat, diğer sanatlara kıyasla gücünü "söz"den almaktadır, güzel sözden. Edebî dil günlük dilden farklı olmalıdır. Bu nispetle "edep"ten türemesi oldukça mantıklıdır. İyiyi, güzeli barındıran, zarif, nahif olanı öğütleyen bir dil ister. Alelade, güzeli amaçlamayan bir söylev edebî olmaktan uzaktır. 

   Mevlânâ ne diyor? Hayvan hayvanlığı, melek melekliği ile kurtuldu; yalnız insandır ki bu ikisi arasında yalpalayıp duruyor. Bize de insanlık kalıyor. İnsanlık insanlık deyip durduğumuz ne o hâlde? Edep. Yunus Emre'nin deyişiyle illa edep, illa edep. Kalp perdemiz bu kadar mühimdir. 

   Yolumuzu bulmak kadar yolumuzun âdâbını oluşturmak da hayatî öneme sahip. Üslubun güzelliği ruhun güzelliğini yansıtır çünkü. Şair, "Edep bir taç imiş nur-ı Hüda'dan" demiş ya, kendimizi edeple süslersek muhabbetimiz canlı kalır. Dilerim bu şuurla sevgimizi, inancımızı ve hâlimizi korumayı başarabiliriz. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

üstü çizili şakaklardan görülmemiş bir ağrı

Elastik Mermiler

Ümmetin Çığlığı